Haybiyeden Ne Demek? Bir Kelimenin Kalbe Dokunan Hikâyesi
Bazen bir kelimeyle karşılaşırsınız; öyle sıradan görünür ki, anlamını sormaya bile gerek duymazsınız. Ama o kelimenin içinde bir ömür, bir duygu, bir hayat dersi gizlidir. “Haybiyeden” kelimesi de işte öyle bir kelimedir. Bugün size bir hikâye anlatacağım… Sadece bir kelimenin değil, insanın iç dünyasının hikâyesi.
Bir Sabah, Eski Bir Sokakta
Küçük bir sahil kasabasında, denizin tuz kokusuyla uyanan bir sokakta başlıyordu hikâye. Cemal, her sabah olduğu gibi dükkânının önünü süpürüyordu. Eski bir terziydi. Hayatını ölçü, biçki ve dikişle geçirmişti. Onun için her şeyin bir hesabı, bir nedeni olmalıydı.
Yan dükkânda ise Zeynep vardı — genç bir seramik ustası. Duygularla çalışan, renkleri hisseden bir kadındı. Onun dünyasında hiçbir şeyin formülü yoktu; sadece anlamı vardı.
Bir sabah, Zeynep elinde bir kupa kahveyle Cemal’e seslendi:
“Cemal Usta, neden hep aynı köşeyi üç kere süpürüyorsun?”
Cemal gülümseyerek cevap verdi:
“Haybiyeden işte, alışkanlık belki.”
Zeynep durdu. “Haybiyeden” kelimesini ilk defa böyle duymuştu. “Ne demek haybiyeden?” diye sordu merakla.
Bir Kelimenin Peşinde
Cemal cevap vermeden önce düşündü. Sonra ağır ağır konuştu:
“Yani… boşuna, sebepsiz, belki de gereksiz. Ama insan bazen haybiyeden şeyler yapar Zeynep. Çünkü o küçük, ‘gereksiz’ şeyler insana iyi gelir.”
Bu basit açıklama, Zeynep’in aklında yankılandı. O gün boyunca elleriyle yoğurduğu çamurda, yaptığı her hareketi sorgulamadan sadece hissetti. “Belki de hayatın güzelliği biraz da haybiyedendir,” diye düşündü.
Günler geçtikçe bu kelime onların arasında küçük bir sır oldu. Cemal bir şey tamir ederken “haybiyeden uğraşıyorum,” derdi. Zeynep yeni bir desen denediğinde “haybiyeden çizdim,” diye gülümserdi.
Ama aslında ikisi de biliyordu: Hayat, haybiyeden sanılan anların toplamıydı.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Duygusu
Bir gün kasabaya büyük bir fırtına geldi. Elektrikler kesildi, dükkanlar kapandı. Cemal, her zamanki gibi pratik düşünüyordu. “Bu durumda ilk iş, çatıyı sağlamlaştırmak gerek,” dedi. O çözüm odaklıydı, plan yapmadan adım atmazdı.
Zeynep ise fırtınanın sesini dinliyordu. “Biliyor musun,” dedi, “bazen hiçbir şey yapmamak da bir çözümdür. Doğa kendi dengesini bulur. Biz sadece yanında durmalıyız.”
İşte “haybiyeden” tam da burada anlam kazandı. Cemal’in stratejik tavrına karşı, Zeynep’in empatik yaklaşımı bir denge oluşturuyordu. Biri tamir ediyordu, diğeri anlam veriyordu.
Ve o gece, fırtına dinerken, Cemal sessizce fısıldadı:
“Zeynep, belki de sen haklısın. Bazı şeyler haybiyeden yapılır ama en doğru his oradadır.”
Haybiyeden: Bir Sözün Ötesinde, Bir Yaşam Felsefesi
Zaman geçti. Kasaba eski sessizliğine kavuştu. Cemal’in dükkanında bir tabela asılıydı artık:
“Haybiyeden Terzi – Dikişlerimiz Sebepsiz Güzel.”
Zeynep’in atölyesinin kapısında ise şu yazıyordu:
“Haybiyeden Sanat – Çünkü Ruhun Hesabı Yoktur.”
Ve o gün, kasabada “haybiyeden” kelimesi sadece bir sözcük değil, bir felsefe haline geldi. İnsanlar artık farkında olmadan birbirlerine “haybiyeden uğrayayım” diyor, “haybiyeden gülümsedim” diye yazıyordu.
Çünkü anladılar ki, her şeyin nedeni olmak zorunda değil. Bazen bir kahveyi paylaşmak, bir cümleyi dinlemek, bir şarkıyı açmak sadece “haybiyeden” yapılır — ama insanın kalbinde en derin izleri de işte o anlar bırakır.
Ve sen okurken belki fark etmedin ama… bu yazı da biraz haybiyeden yazıldı. Çünkü bazı kelimeler, anlam kazansın diye değil; hissetsin diye anlatılır.